24 Haziran 2016 Cuma

Terrence Loves You



      Lana Del Rey'in albümde en sevdiği ve caz olarak nitelendirdiği müzik, David Bowie'nin genç yaşta intihar eden kardeşi Terry Burns için yazılmış. Ayrıca şarkıda Bowie'nin "Space Oddity" adlı parçasından da alıntıya yer verilmiş.

I put the radio on, hold you tight in my mind
Isn't strange that you're not here with me
But I know the light's on in the television
Trying to transmit, can you hear me?
Ground control to Major Tom
Can you hear me all night long?
Ground control to Major Tom



23 Haziran 2016 Perşembe

Yüzyıllık Yalnızlık | Gabriel Garcìa Marquez



     İçimden gerçekten hiçbir şey yapmak gelmediği için uzun bir süre yazı eklemedim. Belki de nedeni üşengeçliktir bilemiyorum. Kendimi zorladığım zaman yaptığım şey de pek anlamlı gelmiyor. İçimden gelmesi için de beklemem gerekti. Aslında, tam emin olamasam da, Mart ya da Nisan ayında okuduğum bir kitapla geri dönüş yapıyorum...
     Kitap okurken beğendiğim bölümleri not almayı seviyorum. Bu kitapta ise not alacak bir sürü yer vardı. Hatta bazı bölümler başlı başlına bir not.
     Biraz masal biraz da gerçek. Okurken çok keyif aldığım bir kitap oldu. Büyülü gerçekçilik akımının en önemli yazarı Marquez'den okuduğum ilk kitaptı. Yani daha önce bu tarzda büyülü gerçekçi tarzda bir kitap okumamıştım. 
     Yüzyıllık Yalnızlık'ı okurken tek bir zorluk yaşadım: İsimler. O kadar çok birbirine benziyor ki iyi ki Soyağacı konmuş ilk başa. Kaderleri benzesin diye aynı isim koymak da ne kadar işe yarıyor bilemedim. Daha okurken karıştırdığım karakterlerden en çok Ursula ve galiba Rebeca'yı sevdim. 

Kitaptan Notlar ;

"Şu havaya bak, güneşin vızıltısına kulak ver, her şey tıpkı dünkü ve önceki gün gibi. Bugün de pazartesi." (sayfa 92) 

Çiçekler bütün gece süren suskun bir sağanakla köyün üzerine yağdı. Bütün çatıları örttü, bütün kapıların önüne yığıldı ve dışarıda yatan bütün hayvanları soluksuz bırakıp öldürdü. Gökten öyle çok çiçek yağdı ki, sabahleyin sokaklar kalın halılar döşenmiş gibi oldu ve cenaze alayının geçebilmesi için çiçekleri küreyip atmak zorunda kaldılar. (sayfa 161)

Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı. (sayfa 461)











16 Mayıs 2016 Pazartesi

Bilgi Köşesi



  • Gark etmek, batırmak ve boğmak anlamına gelir.
  • Bu hafta yeni öğrendiğim diğer şey ise işaret dili ile ilgili. İşaret dilinde sadece geniş zamanın kullanıldığı, yani gelecek ya da geçmişi bile gelecek zamanla anlatılabildiğini öğrendiğimde gerçekten çok şaşırdım.
  • Aslında bu yazacağım konuyu bir sene evvel görmüştüm, ama bana her zaman farklı geldi. Bu, Latin Amerikalıların kutladığı Ölüler Günü. Kasım ayının ilk gününde kutlanan bu günde klasik yas havasının aksine oldukça renkli ve canlı bir şekilde ölen akrabalarının anısı yaşatılmaya çalışılıyor.
  • Mendirek. Sanırım bu kelimeyi de bir kitapta gördüm. Mendirek ise, bir limanın denizden korunmasını sağlayan iskele ve ya dalgakırana deniyormuş.
  • Genç Werther'in Acıları'nda gördüğüm bir kelimeyle bu yazıyı bitiriyorum. Kitabı okurken dikkatimi çekmişti. Çünkü çevirmen bu kelimeyi çevirmemiş, aynen olduğu gibi yazmıştı. Nedeni de sanırım bu kelimenin sadece 'Hoşçakal' anlamına gelmemesi. Kitapta aşık olduğu kadına mektuplarını Adieu ile bitire Werther, sevgilisine kavuşamamanın acısı ile elveda demek için bu kelimeyi kullanır.

15 Mayıs 2016 Pazar

Gett : The Trial of Viviane Amsalem


 
     Aldığı ödülleri ve övgüleri hak eden bir film Gett. Konu olarak dikkatimi çekmeyi başarmıştı ama tüm filmin mahkeme salonunda geçiyor olması sıkıcı olabilir diye düşünmüştüm. Tamamen yanılmışım. Hiç mi hiç sıkılmadım. Resmen aktı gitti izlerken.
     Film sayesinde İsrail'deki ''boşanma'' hatta ''boşanamama'' durumundan haberdar oldum. Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada kadına değer verilmediğini hepimiz biliyoruz. İsrail'de de keza öyle. Eşinden üç yıldır ayrı yaşayan, onunla tek kelime dahi konuşmayan Viviane, boşanmak için başvurduğunda erkeğin 'Hayır ben karımı seviyorum ve boşanmak istemiyorum' demesi davayı sonlandırmak için yeterli.Bu karara mahkemeyi yöneten hahamlar dahi karışamıyor. Kadının ağlayıp sızlaması tek başına yeterli değil(!). Bu da yetmezmiş gibi konu sürekli kadının aldatıp aldatmadığına geliyor, ki bu çok sinir bozucu. Bu olayların  bugün hala yaşanıyor olması ve kadınların din yüzden ellerinin kollarının bağlı olması sinir bozucu.
     Aslında Gett, Ve'Lakhta Lehe Isha ve Shiva'nın devam filmi. Ancak benim bundan haberim yoktu maalesef. Bu iki filmde ise bu çiftin ilişkilerinin incelendiğini öğrendim. En yakında zamanda izleyeceğim.
 
     Son olarak; özgürlüğü uğruna savaş veren Viviane'nin hikayesini de tüm kadınlara, kendini kadın hissedenlere armağan ediyorum!
 

 

13 Mayıs 2016 Cuma

İstanbul Keşfi : Kariye Müzesi


      ''İstanbul'da yaşıyorum, ama İstanbul'u yaşayamıyorum galiba.'' Bu düşüncenin oluşmasıyla ve artık yavaş yavaş da olsa havaların ısınmasıyla birlikte İstanbul gezilerime başladım. Bu gezinin ilk durağı ise Doğu Roma döneminde yapılmış olan ve bu kadar zaman geçmesine rağmen hala muhteşem kalmayı başaran Kariye Müzesi oldu.

     İlk başta burayı tercih etmemin sebebi yaklaşık bir sene önce dershaneden dönüşte buranın tabelasını görüp merak etmem ancak bir türlü zaman bulamamdı. Kariye Müzesi, Edirnekapı'da. Otobüsten indikten sonra tabelaları takip ederek ve sorarak kolayca buldum. Müzeye doğru yol alırken solda kalan evler de çok hoşuma gitti doğrusu.

 
     Khora Manastırı'nın merkezi olarak Doğu Romalılar tarafından İsa'ya adanmış kilisedir. Konstantin yani İstanbul surlarının dışında kaldığı için Khora denilmiş.(Khora, Grekçe ''kırsal alan'' ya da ''kent dışı'' anlamına geliyor.) Aynı şekilde Kariye ise Arapça ''kar'' kelimesinden gelmekte olup ''çukur demekmiş. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte kilisede, mozaik ve fresklerle İsa'nın yaşamı anlatılır.
     2.Bayezid zamanında Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiş ve minare eklenmiş. İslam'da ibadethanelerde resim yasak olduğundan mozaikler koruyucu bir sıva ile kapatılmış. Böylece mozaikler saklanmış ve tamamen kaybolmamış oldu. 1945'te müzeye çevrilip, 1947'de mozaikler gün yüzüne çıkartılmaya başlanmış ve bu sayede asırlar önce yapılmış olmasına rağmen mozaik ve freskleri inceleyebiliyoruz.  
     Tepede incelenecek sürekli yeni şeylerin olması çok güzeldi, ancak bazı mozaik ve fresklerin ne anlama geldiğini de öğrenmezsem olmazdı ;
 
 


Bu Hz. İsa'ya ilk inanan Havari Aziz Petrus Mozaiği. Sol elinde cennetin anahtarı, sağ elinde ise yazı rulosu tasvir edilmiş. Başının iki yanında adı yazılı.
 
 
 
 
Diriliş(Anastasis)
 

Bu, Kurucunun İthaf Mozaiği. Mimar Theodoros Metokhites’in kilisenin maketini Hz. İsa'ya sunuşu anlatılır.
 
 
En çok dikkatimi çeken ise bu tavus kuşuydu.
 

 

     Çok fazla hikaye var bu mozaiklerde. O yüzden hepsini ekleyemiyorum ama müzenin sitesinde ne anlama geldikleri açıklanmış. Restore edildiğinden bir kısmı kapalıydı. Bu yüzden tamamını gezemedim maalesef. En yakın zamanda tüm kapılarını açman dileğiyle...
   
 
 

24 Nisan 2016 Pazar

Genç Werther'in Acıları | Johann Wolfgang Von Goethe




     Bu kitabı anlatmaya nasıl başlasam bilemedim. Goethe'den okuduğum ilk eser ama son olmayacak. Henüz 25 yaşında iken, kısa bir süre önce Charlotte adlı genç bir kadınla yaşadığı mutsuz ilişkiden yola çıkarak yazdığı bir kitap. Werther'in hayali arkadaşı Wilhelm'e yazdığı sayısız mektup içermekte. Edebiyat dünyasını bir hayli etkilemiş ve yazıldığı dönemi de hazin sonu nedeniyle etkilemiş, hatta gençleri de peşinden sürüklemiş. Napoleon'un dahi bu kitabı yanında taşıdığı söylenir.
     Dünyanın beğenisini kazanmış bu kitap hakkında benim söylecek pek bir şeyim yok. Okurken o mutsuz, karamsar ve içine kapanık ruh halinin beni de etkilediğini söylemeliyim ama. Ah aşk! Sen nelere kadirsin?

      Kitabı okurken de çoğu yeri not düşmem gerekti, kitap resmen altın cümlelerle dolu... 

Kitaptan Notlar ;

Sevgili dostum, insan yüreği ne anlaşılmaz! *

Eğer buradaki insanların nasıl olduğu merak ediyorsan, sana şunu söylemem gerekiyor: Her yerdeki gibiler! İnsan soyu tek bir kalıptan çıkmadır. Çoğu, yaşayabilmek için günlerinin büyük bit bölümünü  çalışarak geçirir ve özgürlük olarak artakalan zaman onları o kadar kaygılandırır ki, ondan kurtulmak için denemedik şey bırakmazlar. Ey insanın alınyazısı!

Her şeye rağmen, anlaşılmamak, bizim gibilerin yazgısı.

En çok korkmuş olanlardan biri de bendim, ama diğerlerine cesaret vermek için korkusuzgörünmeye çalıştığım için sonunda kendim de cesaret buldum. *

O gün bugündür güneş, ay ve yıldızları kendş düzenine bıraktım, ne gündüz ne gece kaldı benim için; bütün dünya çevremde yitip gidiyor. ***

Biz insanlar güzel günlerin bu denli az ve kötü günlerin bu denli çok olmasından 
yakınıyoruz. Tanrı'nın her gün bağışladığı sevinçlerin tadını çıkarabilmek için her zaman açık bir yüreğimiz olsaydı kötülüklere dayanabilme gücünü de bulurduk. ***

Birbirimizi mutlu edemememiz yetmiyormuş gibi, yüreğimizin bize zaman zaman bağışladığı sevinci de birbirimizden de esirgememiz mi gerekiyor?

Fosforlu taşların da güneşe bırakıldıklarında ışınları topladığı ve geceleri bir süre ışıdıkları söylenir. Delikanlı da benim için tıpkı öyleydi.

Sonuçta dünyanın bütünt işleri aşağılıktır; başkalarının sözüyle, hiçbir tutkusu ya da bir gereksinimi 
olmazsızın, para, şan, şeref, ya da bilmem ne uğruna didinen biri her zaman bir budaladır.

...Oysa  her şeyin kaynağı yürektir: tüm gücün, tüm mutluluğun, tüm kederin. Ah, benim bildiklerimi herkes bilebilir - ama yüreğimdir yalnızca bana ait olan. ***

Lotte, duyduklarım binlerce yıllık bir zaman geçse bile silinmez yüreğimden! Öyle hissediyorum ki, seni böylesi bir ateşle seven kimseden nefret edemezsin. *

Ne mutlu bana; senin uğruns ölüyorum, senin uğruna vazgeçiyorum kendimden.

Geçenlerde resim sanatıyla ilgili olarak yazdıklarım kesinlikle edebiyat için de 
geçerli; önemli olan kusursuz olanı görebilmek ve onu dile getirmeye cesaret 
etmek; bu az sayıdaki sözcük, çok şey ifade 
ediyor. Bugün öyle bir sahne gördüm ki, onu olduğu gibi yazmak, dünyanın en güzel idilini yaratmak olurdu; ama neye yarar edebiyat, sahneler, idiller? Doğada meydana gelen bir olayı içimizde duyumsayabilmek için illa incelik mi taslamak gerek?

Kurtulman mümkün değil, bahtsız! Görüyorum ki mümkün değil kurtulmamız.


Yazıyı, anlamak için defalarca okuyup kafa yorduğum şu iki sayfayla kapatmak istiyorum:

 

22 Nisan 2016 Cuma

Krallar Yüksekten Bakar!


      Her sene evdeki resim kutusunu mutlaka birkaç kere dökerim. Bu sene de aynısını yapıyordum ve bu yazının konusunu oluşturacak bir resim geçti elime. Günlerce bu resmin nerede çekilmiş olduğunu bulmaya çalıştım. Anneme sordum ve o da Marmaris'e gittiğimiz yaz çekilmiş olduğunu ancak tam olarak ismini hatırlamadığını söyledi. E tabi, yılmadım buldum: Dalyan Kral Mezarlığı. Bu resimleri çeken ben değilim tabii, babam. O zamanlar on
yaşında felan olmalıyım. 



                   


      İsmi bulduktan sonra da internetten biraz araştırdım. Öncelikle mezarların bu kadar yükseğe yapılmasının nedeni, eski bir inanışa dayanıyormuş. insanın mezarı ne kadar yüksekte olursa Tanrı'ya da o kadar yakın olurmuş. Ancak bu mezarların çoğu, o zamanlarda yaşamış önemli insanların ve tabii adından anlaşılacağı üzere krallara ait. 


     O zamanlarda bu kadar yüksek bir alana nasıl böyle bir mezarlık kurduklarını çok merak ediyorum. Araştırmam sonuç vermedi, çünkü kimse binlerce yıl önce hangi teknikle ve nasıl yapıldığını hala çözememiş...
     Son olarak bu anıtlar, Muğla Dalyan'a yakın Köyceğiz sınırları içinde bulunmaktaymış ve eski adı Kaunos ya da Kbid imiş. 





20 Nisan 2016 Çarşamba

Kitaplarımı Nasıl Koruyorum?


     Kitapların köşelerinin kıvrılmasından hiç mi hiç hoşlanmam ve malesef çantama koyarken dikkat etsem bile çantanın içindekiler kitaba zarar veriyor. Bu nedenle de kitabımı koruyanması ve okuduktan sonra bile sanki yeni alınmış gibi durması için birkaç blogda gördükten sonra keçeden kitap kılıfı yapmaya karar verdim. El becerim çok iyi değildir ama bu tarz şeyler her zaman ilgimi çekmiştir. Yani anlayacağınız üzere bu kitap kılıfı ekstra bir efor gerektirmiyor.
     Gereken malzemeler; istenilen renkte keçe, makas, iğne ve iplik. 
Yapımı dediğim gibi çok basit. Öncelikle ben yapmadan önce ortalama kalınlıkta bir kitabı yani 200-300 sayfa bir kitabı aldım ve keçenin tam ortasına yerleştirdim. Aynı kitap kaplar gibi sayfaları yukarıda tutup kitabın ön ve arka kapağını hafif geçecek şekilde kalemle çizdim. Daha sonra da bu kapakların geçmesi için iki keçe parçası daha kestim. İğneyle sıkı bir şekilde diktim ve ta ta! İşte hazır. Ancak şunu söylemem gerek. Bu kılıf okuduğunuz her kitaba uymayabilir, özellikle kitap kalınsa. Bir tane de kalın kitaplar için yaparak bu dertten de kurtulabilirsiniz. Çünkü gerçekten yapımı çok kolay, maliyetini de oldukça düşük. İstenirse üzerine hazır kesim keçe şekillerde eklenebilir. Hepsi sizin hayal gücünüze ve istediğine kalmış. Daha yaratıcı tasarımlar için internetten yapılmış modellere bakmanızı tavsiye ederim.





18 Nisan 2016 Pazartesi

Pembe ve Yusuf | Canan Tan



       Aslında bu kitabı yaklaşık bir ay önce okudum ve yazısını yazmak için malesef şimdi vakit bulabiliyorum. Neyse geç olsun, güç olmasın! 
     Canan Tan'ı severim ve şimdiye kadar çıkan çoğu kitabını da okudum : Eroinle Dans, Hasret, Piraye...  Romanları insana kitap okumayı sevdiren cinsten. Dili çok sade ve Türkiye'den bildiğimiz hikayeleri anlatması, ama yine de okurken insanı merak ettirmesi bence onun kitaplarının orijinalliğini gösteriyor. 
     Pembe ve Yusuf, Canan Tan'ın en sevdiğim kitabı olmadı belki, ancak yine de okurken keyif aldım ve sıkılmadım. Diğerler romanlarında da varolan ezilmiş kadın figürü bunda da vardı ve yüreğimi burktu okurken. Ve yeniden anladım ki, "Türkiye'de kadın olmak çok zor!". 


Kitaptan Notlar ;

Köklerinden koparılmış bir ağaç farklı bir coğrafyada, farklı iklimlerde yeniden kök verip aynı canlılıkta hayatiyetini sürdürebilir mi?

İnsanıyla güzeldir şehirler, koynunda yaşayanlarıyla.

Çok istediğin bir şey olmazsa boşlukta asılı kalırsın!

16 Nisan 2016 Cumartesi

Yârenlik



"Dinlemekten çok keyif aldığım piyona ezgileriyle yazıyı okumanız tavsiye edilir!"

     Bugün, tabii bu yazı bir gün önce yazıldı, canım arkadaşım Sümeyye'nin teklifi ile bi' parkta oturduk ve yanımıza gelen tontiş ninenin dediği gibi yârenlik yaptık. Temiz hava almak, çay eşliğinde sohbet etmek çok ama çok iyi geldi bana. Ona küçüklük fotoğraflarımı gösterdim. Her yıl mutlaka evdeki resimleri karıştırıp tekrar gözden geçirdiğimden ben de ona göstermek istedim.    


     Birlikte geçirdiğimiz bu üç saat içinde nelerden konuşmadık ki... İnsan, gerçekten içini dökdükçe ve karşındakine kendisine anlatabildikçe mutlu oluyor ve şanslı olduğunu anlıyor. Ben de anladım. Hayat yaşamaya değer. Ve ben de ondan vazgeçemem.
     Büyük korkumuz şu aşağıda resmi bulunan köpekti. Malesef ikimiz de birazcık tırstık. Biz oraya oturup gittiğimiz ana kadar sürekli yanımızdaydı. Adını Max koydu arkadaşım. Kalkıp toplandıktan sonra da sürekli arkamızdan geldi sanki gitmeyin der gibi. Ama kaçmayı başardık ve bir süre parkta saklandık. 




     Bugünün ganimeti de Yüzyıllık Yalnızlık oldu. Ne zamandır okumak istiyordum zaten. Sağolsun, benim için getirmiş. Seni çok seviyorum canım arkadaşım, iyi ki varsın! Umarım bugünkü gibi en ufak şeylerden bile mutlu oluruz, hiç vazgeçmeyiz kendimizden, birbirimizden, yaşamaktan...



15 Nisan 2016 Cuma

I Origins




       Bugün izlemek için film ararken konusu nedeniyle seçtiğim bir film "I Origins". Bir bilim adamının gözler üzerinde yaptığı bir araştırma sonucu bulduğu şaşırtıcı bir gerçek anlatılıyor. Açıkçası beklediğimden farklı bir filmdi. Ben daha çok bilimsel tarzda bir film beklemiştim, ama içinde hem dram, hem aşk, hem de bence biraz bilim kurgu esintisi var. 
      Başlarda izlediğimde farklı, ortalarında ve sonunda da yine bambaşka yöne ulaştı. Kaderin cilvesini de filmde görmek mümkün. Tanrı var mı yok mu tartışması da aktarılmış. 
     Oyunculuk olarak Sofi'yi çok beğendim,özellikle hayata bakış açısını, fikirlerini. Gözleri de  gerçekten harika! Ve bi' yerden tanıdık geliyor dedim. Evet, Karayip Korsanları'nın son filminde deniz kızını canlandırmış. 
     Yönetmen Mike Cahill'in dördüncü filmi ve ben şu gözlerle ilgili olan teorinin anlatılmasını pek inandırıcı ve gerçekçi bulamasam da beğendim. Sıkılmadım çünkü aktı gitti resmen izlerken. 





                                       Beğendiğim Replikler ;















2 Nisan 2016 Cumartesi

Shutterer



     Shutterer, kekeme olan bir gencin hayata bakışını gösteriyor bize. Sadece internetten mesajlaştığı kız arkadaşı, yaşadığı şehre gelince ne yapacağını bilemiyor ve ikilemde kalıyor. İçinde hem romantik hem de dram öğeleri barındıran bu on iki dakikalık kısa film Oscar ödülü kazanmış. İzlemekte yarar var, çünkü kekeme insanların ne gibi sorunlar yaşadığını gösteriyor. Özellikle Greenwood'un kendini zor durumda bırakmamak için işaret dilini öğrenmesi bile çok şey gösteriyor.

1 Nisan 2016 Cuma

The Darjeeling Limited




     Şimdiye kadar Wes Anderson'ın dört filmini izlemiştim. Bu da beşinci oldu. Genel olarak filmlerinde çoğu aile içi iletişim kopukluğu nedeniyle anlaşamayan ya da sorun yaşayan karakterler anlatıldı. The Darjeeling Limited ise bunlardan biri. Kullandığı renkler, hatta müziklerin sadece Wes Anderson'a ait olduğunu ve onu özel ve farklı bir yönetmen yaptığını düşünüyorum. 
     Bu filmde özellikle şelale sahnesini ve son bavul sahnesini beğendim. Bavul sahnesi bana sanki bütün pişmanlıklarından, hayal kırıklarından vazgeçiyorlarmış gibi bir his bıraktı. Kavga sahnesi de komikti. 
     Wes Anderson'ın aynı oyuncuları oynatması da benim hoşuma gidiyor. Çünkü onlara tamamen farklı roller veriyor ve onlarda o karakterle bürünüp bir önceki karakteri unutturuyorlar. Mesela bu filmde de Jack olarak izlediğim Jason Schwartzman aynı zamanda Rushmore'un başrolü imiş. Bunu film bittikten ve oyunculara göz atarken fark ettim. Kostümler, makyajlar da tabii ki onları farklı bir kişiliğe büründürüyor. Bunun da etkisini inkar edemem. Diğer iki kardeşi canlandıran Owen Wilson ve Adrien Brody de diğer filmlerde rol alan oyunculardı. 
     Ağabeylerinin sürekli ortancaya onlar babamın eşyaları, bizimde hakkımız var demesi ve yiyecekleri yemeğe kadar karışması da annelerinin yerine geçmeye çalışmasının bir göstergesiydi sanırım. Annelerinin onları yalnız bıraktığından bahsettiler bir sahnede. Onları korumaya çalışır gibiydi. Aynı zamanda ortanca kardeşini de biraz kıskanıyordu. Filmin Hindistan'da geçmesi de güzel bir atmosfer yaratmış.
     Kısacası eğer Wes Anderson seviliyorsa izlenilebilecek güzel bir film. En iyi değil bence ama şans verilebilir.





Fimden beğendiğim replikler; 

     










31 Mart 2016 Perşembe

Bilgi Kutusu



  • "İdiot" kelimesi Eski Yunanca'dan gelmektedir ve "politika ile uğraşmayan kişi" anlamına gelmektedir.
  • Çevgen, ata binilerek değneklerle oynanan bir çeşit top sürme oyunudur. 
  • Gestapo, Nazi Almanyası'ndaki gizli polis örgütüdür.
  • Sebat, sözünden dönmeme, bir işi sonuna kadar sürdürme demektir.
  • CV'nin açılımı "Cirriculum Vitae"dır ve Latince'de "hayatın yönü" anlamına gelir.

30 Mart 2016 Çarşamba

Sel | Emile Zola




     Emile Zola'dan ilk okuduğum eser bu kısacık ama capcanlı öyküsü oldu. Fransız yazar Emile Zola, aynı zamanda natüralizm akımının da öncüsü. Hikayenin gerçekçi olmasını sağlayan da onun bu edebi akımın öncüsü olması zaten. Çünkü, natüralizm demek gerçeği olduğu gibi anlatmak ve hayatı bilimsle bir gerçeklikle ele almak. Yani realizimin bir ileri düzeye ulaşmış hali diyebiliriz. 
     Kahraman hikaye anlatıcı olan kitapları çok seviyorum. Bir şekilde o kahraman benmişim gibi hissettiriyorlar ben okurken. Bu yüzden "Sel"i de beğendim. Aynı zamanda hikayede kullanılan betimlemeleri, kişilerin uzun uzadıya açıklanması da beğendim.
     Bu öyküyü son anda karar değişikliği yaparak Sırça Fanus ile beraber almıştım. İyi ki de almışım. Çünkü kısa bile olsa farklı yazarların ne şekilde yazdığı görmüş oldum, böylece eğer yazarın dilini beğenirsem diğer kitaplarını da okuyabilirim. Ne de olsa okumaktan kim bir şey kaybeder ki?
     Tabii ki Zola'nın en ünlü eseri bu değil. En ünlüleri Germinal ve Meyhane imiş. Onları da okumak istiyorum en yakın zamanda. Son olarak diğer natüralizm temsilcisi yazarlarla yazıyı bitiyorum : Guy de Maupassant, Gouncort Kardeşler ve Alphonse Daudet.




25 Mart 2016 Cuma

Me, Earl and the Dying Girl


     Şimdiye kadar izlediğim en değişik ve farklı filmlerden biri. Ne yönden değişik? Şöyle açıklayayım. Hem komedi,daha doğrusu ironi ve komedi var. İnsanı kahkahaya boğan bir film de değil, hüngür hüngür ağlatan da. Farklı yapan da bu sanırım. 
     Greg isimli bir lise öğrencisinin insanlarla iletişim kurma gibi bir sorunu var. Daha doğrusu yakın olamama gibi bir sorunu var. Earl ismindeki arkadaşı da iş arkadaşı. Beraber ünlü filmlerin parodilerini yapıyorlar. İşleri bu. Bu yüzden beraberler. Ve yanılmıyorsam 42 tane film çekmişler.   
     Film, Greg'in okuldan 'arkadaşı' Rachel'in lösemi 
teşhisi konulması ve annesinin onunla zaman 
geçirmek için zorlamasıyla değişiyor. Çünkü, dediğim gibi insanlarla yakın olmak onun için yanlış. Çevresindeki insanlarla konuşuyor, anlaşıyor aslında ama hiçbir zaman onlarla kişisel meselelere inmiyor. Merhaba, merhaba yani.





     Başroldeki kız çok tatlı. Onu çok sevdim özellikle. Ve Earl'ün baygın bakışları... Hep beraber merdivenlerde oturup dondurma yedikleri sahnede çok hoşuma gitti. 



     Kısacası basitçe anlatılmış, hoş mesajlar veren bir film. Ödül de almış, boş zamanda izlenecek güzel bir film "Me, Earl and the Dying Girl". 


Bunlar da filmden beğendiğim iki replik;




.
.
.
.
.

Son olarak dikkat!


24 Mart 2016 Perşembe

25'ten Önce Yirmi Beş


     Hayalleri peşinde koşan bir blogun ilhamı sayesinde ben de kendi "25'ten Önce Yirmi Beş" listemi oluşturdum. Her ne kadar listedekiler geleceğe yönelik olsa da 25'ime girene kadar bunların gerçek olmaları için elimden geleni yapacağım. 

1-) Üniversiteden mezun olmak.
Önümde kocaman bir dört yıl var. 

2-) Ehliyet almak.
Araba kullanmayı çok istiyorum ve artık reşit olduğuma göre gerçekleştirilmeyi bekliyor.

3-) Kan bağışlamak.   07.05.2016 Cumartesi 16.25
     İğneden korkuyorum. Bi' de bağış için kullanılan iğnenin söylentileri beni birazcık korkutsa da bağışlayacağım bir ünite kanın üç kişiyi hayata bağlayacak olması beni çok mutlu ediyor. En yakın zamanda yapacağım!
      Eminönü'nde Kızılay Çadırının kurulduğunu görünce bunu fırsat bildim ve sonunda kan verdim. Yanımda bir kız bayılınca ilk başta biraz tırssam ve sonunda biraz midem bulansa da korkulacak bir şey olmadığını gördüm. Anlaşılan o ki sorduğum kişiler beni boş yere korkutmuş. Çünkü canım yanmadı. Böylece 25'ten önce Yirmi Beşin ilk maddesini tamamladım. Bundan sonra da dört-beş ayda bir kan vermeye karar verdim. Yedi dakikalık bir işlemin üç kişinin hayatını kurtarabilecek olması da beni çok mutlu ediyor! Bir sonraki madde ne olacak, çok merak ediyorum :)

4-) Hayvan fobisini yenmek.
Bu listede gerçekleşmesi en zor ve imkansız görünen şey bu sanırım. Çocukken üstüme yavru köpeğin atlaması sonucunda bu fobiye sahip oldum. Elimde değil. İstemeden korkuyorum. Ama bu hayvanları sevmiyorum anlamına gelmiyor. Kendime zaman tanıyorum ve 25'ime kadar bu fobiyi yeneceğime inanıyorum.

5-) Yurt dışına çıkmak.
Artık neresi olduğunun pek bir önemi kalmadı. Yeter ki çıkayım durumundayım. Bakalım ne olacak? Merakla bekliyorum.

6-) Son 50 yılın Oscar ödüllü en iyi filmlerini izlemek.
Film izlemeyi çok seviyorum. Seçerken de çok zorlanıyorum. Seçiciyim yani. Bu yüzden ödül alan filmleri izleme fikri benim için biçilmiş kaftan!

7-) Maraton koşmak.
Bitiş çizgisini görünce neler hissedeceğimi çok merak ediyorum.

8-) Gün batımını ve doğuşunu izlemek.
Bunu gerçekleştirmeyi çok istiyorum! Ama bir grup insanla birlikte, tepeden bakarak...

9-) Çalışıp kendime özel bir hediye almak.
Daha önce birkaç kez çalıştım ve insanın kendi kazandığı para o kadar değerli geliyor ki harcamaya kıyılmıyor. Ben de çalışıp para biriktirmek ve benim için anlamı olan bir hediye almak istiyorum kendime. Bir fotoğraf makinası ya da bilgisayar, kim bilir?

10-) Gece denize girmek.
Hem geceleyin deniz daha sıcak oluyor hem de karanlık her ne kadar beni ürkütse de geceleyin yüzmek istiyorum.

11-) Bir müzik festivaline katılmak.
Müzik, dans ve arkadaşlar. Ve bol eğlence...

12-) Bir cadılar bayramına katılmak ve kendi kostümümü hazırlamak.
Bana her zaman çok eğlenceli bir etkinlik gelmiştir cadılar bayramı. Türkiye'de gerçekleştirmem olanak dışı duruyor. Yurt dışına çıkarsam yapacağım şeylerden biri de budur.

13-) Cam şişeye mektup yazıp denize bırakmak.
E-posta'mı da yazmayı düşünüyorum olur da belki biri mektubumu okur da bana ulaşmak isterse diye.

14-) Koleksiyon sahibi olmak.
Şu an için kartpostal koleksiyonu oluşturmaya çalışıyorum ve elde var sıfır. Halen gelmediler.

15-) 25'ime mektup yazmak.
25 yaşıma geldiğimde okuyacağım ve beni mutlu edecek, hayattaki amacımı bana hatırlatacak bir mektup yazmayı da eklemesem olmazdı. En yakın zamanda yapılacak! Ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim yok.

16-) Doğada kamp yapmak.
Doğayla iç içe olmak ve gece olduğunda yıldızların altında oturmak dileğiyle...

17-) Müzik listemi oluşturmak.
Dinlemekten keyif aldığım ve vazgeçemediğim bir liste oluşturmayı istiyorum. Belki 25 tane müzik olur belki 50 tane. 25 olana kadar zamanı var bunun. Böylece hayatımda 'benim' diyebileceğim ve beni anlatan şarkılar olur. 

18-) Ayrı bir eve çıkmak.
Kendi ayaklarımın üstünde durmak için gerçekleşmesi gereken bir madde.

19-) En yakın arkadaşlarıma, sevdiklerime bir akşam yemeği hazırlamak.
Yemek yapmak, boş zamanlarımı değerlendirmem için çok güzel bir aktivite oldu benim için. Profesyonel olmasa da bir yemek kursuna katılıp kendimi bu alanda geliştirmek istiyorum. Böylece bu akşam yemeği de bir şölene dönüşebilir.

20-) Bir extreme spor yapmak.
Helikopterden atlamak pek mümkün görünmese de 7 yıl içinde bana uygun olanını bulacağıma inanıyorum.

21-) Dalış yapmak.
Dünya'nın üçte ikisi sularla kaplı. Ve keşfedilmeyi bekleyen bir sürü şey var.

22-) Yurtdışı seyehati yapmak.
Bir çoğumuzun hayali değil mi kendileri?

23-) Yeni yıla farklı bir ülkede girmek.

24-) Uçan balona binmek.
Peri Bacaları'da olabilir mesela. Daha güzel bir yer bulana kadar burasında karar 
kılıyorum.

25-) En sevdiğim film listemi oluşturmak.
Film izlemeyi gerçekten çok seviyorum. Bir izlediğim filmi bir kere daha izleyemiyorum. Çok beğendim filmse eğer tabii ki tekrar tekrar izliyorum. Bu yüzden kendi film listemi oluşturacağım. 



Önümden 8 yıl var ama zaman su gibi akıp geçiyor, ben de bu hayalleri gerçek yapmak istiyorum. Gerçekleştirdiğim zaman tarih atmayı da unutmayacağım ki ileride unutmayayım. 


İnsan, hayal ettiği sürece varolur. 




23 Mart 2016 Çarşamba

Sırça Fanus | Slyvia Plath




     Bu yazının konusu birkaç ay sonra okuduğum ve herkese okumasını şiddetle önerdiğim bir kitap: Sırça Fanus. Slyvia Plath, yaşamı boyunca pek çok sorun yaşamış. Bu sorunların kaynağı da kendisi. Çünkü yaşamdan zevk alamamış. Yaşadığı olaylar da etkilemiş tabii. Birçok kez intihar teşebbüsünde bulunmuş ve en sonunda başarılı olmuş. İntihar etmeden önce iki çocuğu uyutmuş, başuçlarına uyanırlarsa diye süt ve bisküvi koymuş ve bulunduklarını odanın kapısını bantla kapatmış. Mutfağa inmiş ve kafasını fırının içine koyup gazdan zehirlenerek 27 yaşında intihar etmiş. Oğlu da onun izinden gitmiş ve o da intihar etmiş. 
     Kitaba gelirsek, Plath'in yaşamından pek çok iz var. Yazar kendi hikayesini Esther Greenwood adında bir kızın üzerinden anlatıyor, Bu yüzden doğal ve içten bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bu kitap sayesinde mutsuz ve umutsuz olmanın, tam tersi kadar doğal bir durum olduğunu anladım. 
    Slvia Plath aynı zamanda bir şair. Onu ilk olarak şiirlerinden tanıdım okulda gördüğüm bir ders sayesinde. "Ariel" şiirin adı. İki kitabının yanında birçok şiiri kalmış geriye. Kısacası Sırça Fanus'u okumanızı tavsiye ederim.


Kitaptan Notlar;

Erkek geleceğe bir ok, kadınsa okun fırlatıldığı yaydır.
Durumun ne kadar umutsuzsa, seni o kadar uzağa saklamaya çalışırlar.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Belki de unutkanlık, kar gibi her şeyi örtüp susturmalıydı.


Sevgiler, 
Damla.



22 Mart 2016 Salı

Yeter(!)


Bu ülke nereye gidiyor böyle? Halimiz hiç iç açıcı değil malesef. Her gün şehit haberini almak beni kahr ediyor. Yine bir yerde patlama olacak ve masum canları alacak diye çok korkuyorum. Öfkeliyim. O insanların suçları neydi? Günahları neydi? Psikolojimi de bozdu yaşadıklarımız. Ya ben olsaydım ya da bir yakınım? Düşünmek bile insanı mahvediyor. Geçen okula giderken bindiğim ve genellikle çok kalabalık olan otobüs bile boştu. Her binen yolcuya bir dönüp baktım bomba taşıyor olabilir düşüncesiyle. Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Tam bir çıkmazdayız. Terör saldırılarında parmağı olan ve masum canları katleden kalleşlerin Allah bin türlü belasını versin! 

12 Mart 2016 Cumartesi

Bilgi Köşesi



  • Nasa'nın sloganı "Per aspera, ad astra"dır. "Zorluklardan yıldızlara" anlamına gelir. (Blogumun isminin bu olmasını istemiştim ama geç kalmışım.)
  • Yumurtayı kaynatırken suya soğan kabuğu atarsanız yumurtanın kabuğu pembe olur. (Bir türlü deneyemedim ama denendikten sonra eklenecek! Umarım yumurta soğan gibi kokmaz ve tadı değişmez.)
  • Şömiz, "kitap kılıfı" demekmiş.
  • Pilgrimler, 1620 yılında Mayflower gemisiyle Amerika'ya göç eden İngilizlermiş.
  • Ömer Hayyam'ın mahlas olarak kullandığı ve Arapça olan Hayyam kelimesi "çadırcı" anlamına geliyormuş.

11 Mart 2016 Cuma

Vincent


    Birkaç ay önce Tim Burton'ın stop-motion tekniğiyle çekilmiş ilk kısa korku filmini izlemiştim ve çok beğenmiştim. Tim Burton filmlerinden şimdiye kadar birçoğunu izledim: Big Fish, Edward Scissorhands, Corpse Bride... 
    Bu kısa korku filminde ise Vincent Malloy isimli yedi yaşındaki bir çocuğun şiirsel bir diile anlatılmış hikayesi var. Vincent, kendisini Vincent Price zannediyor. Vincent Price ise kısa filmin seslendiricisi. Bunu öğrendiğimde çok hoşuma gitmişti. Zaten Burton, kendisinin bir hayranıymış ve ben Price'ı daha önce onun filminde de görmüşüm. Edward Scissorhands'te Edward'ı elsiz bırakan yaşlı yaratıcı o imiş. 
    Vincent'in Edgar Allen Poe hayranı olması ve sonunda Poe'nun 'The Raven' şiirinden bir bir kısım okunması da çok hoş bence.
    Price'ın ses tonu, tonlaması etkileyici bence, Kendisi genellikle korku ve gerilim filmlerinde ve dizilerinde oynamış. Yani korku sinemasının vazgeçilmez bir oyuncusuymuş. 
     
Dipnot: Tim Burton'ın çizimlerinin yeterince iyi olmamasından dolayı Disney'den kovulduğunu biliyor musunuz ?




Every horror in his life that had crept through his dreams
Swept his mad laughter to terrified screams!
To escape the madness, he reached for the door
But fell limp and lifeless down on the floor
His voice was soft and very slow
As he quoted The Raven from Edgar Allen Poe:
 “and my soul from out that shadow
that lies floating on the floor
shall be lifted?
Nevermore…”




10 Mart 2016 Perşembe

Fanfan | Alexandre Jardin




      Fanfan, beklediğimden farklı bir kitaptı özellikle konusu bakımından. Kitapta Robinson Crusoe'nun soyundan gelen Alexandre'ın kendi anne ve babasından öğrendikleriyle ilişkiye bakışı ve bu doğrultuda yaptığı davranışları ve düşüncelerini konu alıyor. Anne ve babasından öğrendiğiyle onlara zıt bir ilişki yaşamak istiyor: ömrünün sonuna kadar tekeşli bir yaşam. Bu durum Fanfan'la tanışınca değişiyor tabii. Kitapta onun ağzından yazılmış, ki bu şekilde yazılmış kitaplar genellikle daha çok hoşuma gidiyor zaten. Kitabın 
açıklamasında yazdığı gibi Fanfan, aşkın tatlı başlangıcını sonsuza kadar uzatmak isteyen 
bir genç adamın romanı. Okurken sıkılmadığım bir kitap oldu ama sonunu pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim.

Kitaptan Notlar;
Eğer karısının sesini duymak istiyorsa "hayır" diyordu ona, çünkü genellikle "evet" derdi usulca.
Kurtarıcı bir mektubu beklerken bize hava günlük güneşlik görünür, oysa zarfı açtığınız an, yaşamın sözünü tutmada cimrilik ettiği nice vaatlerle yüklüdür.
Sevgilerine kendilerinden yalnızca bir parça katanlar delilerdir.