24 Nisan 2016 Pazar

Genç Werther'in Acıları | Johann Wolfgang Von Goethe




     Bu kitabı anlatmaya nasıl başlasam bilemedim. Goethe'den okuduğum ilk eser ama son olmayacak. Henüz 25 yaşında iken, kısa bir süre önce Charlotte adlı genç bir kadınla yaşadığı mutsuz ilişkiden yola çıkarak yazdığı bir kitap. Werther'in hayali arkadaşı Wilhelm'e yazdığı sayısız mektup içermekte. Edebiyat dünyasını bir hayli etkilemiş ve yazıldığı dönemi de hazin sonu nedeniyle etkilemiş, hatta gençleri de peşinden sürüklemiş. Napoleon'un dahi bu kitabı yanında taşıdığı söylenir.
     Dünyanın beğenisini kazanmış bu kitap hakkında benim söylecek pek bir şeyim yok. Okurken o mutsuz, karamsar ve içine kapanık ruh halinin beni de etkilediğini söylemeliyim ama. Ah aşk! Sen nelere kadirsin?

      Kitabı okurken de çoğu yeri not düşmem gerekti, kitap resmen altın cümlelerle dolu... 

Kitaptan Notlar ;

Sevgili dostum, insan yüreği ne anlaşılmaz! *

Eğer buradaki insanların nasıl olduğu merak ediyorsan, sana şunu söylemem gerekiyor: Her yerdeki gibiler! İnsan soyu tek bir kalıptan çıkmadır. Çoğu, yaşayabilmek için günlerinin büyük bit bölümünü  çalışarak geçirir ve özgürlük olarak artakalan zaman onları o kadar kaygılandırır ki, ondan kurtulmak için denemedik şey bırakmazlar. Ey insanın alınyazısı!

Her şeye rağmen, anlaşılmamak, bizim gibilerin yazgısı.

En çok korkmuş olanlardan biri de bendim, ama diğerlerine cesaret vermek için korkusuzgörünmeye çalıştığım için sonunda kendim de cesaret buldum. *

O gün bugündür güneş, ay ve yıldızları kendş düzenine bıraktım, ne gündüz ne gece kaldı benim için; bütün dünya çevremde yitip gidiyor. ***

Biz insanlar güzel günlerin bu denli az ve kötü günlerin bu denli çok olmasından 
yakınıyoruz. Tanrı'nın her gün bağışladığı sevinçlerin tadını çıkarabilmek için her zaman açık bir yüreğimiz olsaydı kötülüklere dayanabilme gücünü de bulurduk. ***

Birbirimizi mutlu edemememiz yetmiyormuş gibi, yüreğimizin bize zaman zaman bağışladığı sevinci de birbirimizden de esirgememiz mi gerekiyor?

Fosforlu taşların da güneşe bırakıldıklarında ışınları topladığı ve geceleri bir süre ışıdıkları söylenir. Delikanlı da benim için tıpkı öyleydi.

Sonuçta dünyanın bütünt işleri aşağılıktır; başkalarının sözüyle, hiçbir tutkusu ya da bir gereksinimi 
olmazsızın, para, şan, şeref, ya da bilmem ne uğruna didinen biri her zaman bir budaladır.

...Oysa  her şeyin kaynağı yürektir: tüm gücün, tüm mutluluğun, tüm kederin. Ah, benim bildiklerimi herkes bilebilir - ama yüreğimdir yalnızca bana ait olan. ***

Lotte, duyduklarım binlerce yıllık bir zaman geçse bile silinmez yüreğimden! Öyle hissediyorum ki, seni böylesi bir ateşle seven kimseden nefret edemezsin. *

Ne mutlu bana; senin uğruns ölüyorum, senin uğruna vazgeçiyorum kendimden.

Geçenlerde resim sanatıyla ilgili olarak yazdıklarım kesinlikle edebiyat için de 
geçerli; önemli olan kusursuz olanı görebilmek ve onu dile getirmeye cesaret 
etmek; bu az sayıdaki sözcük, çok şey ifade 
ediyor. Bugün öyle bir sahne gördüm ki, onu olduğu gibi yazmak, dünyanın en güzel idilini yaratmak olurdu; ama neye yarar edebiyat, sahneler, idiller? Doğada meydana gelen bir olayı içimizde duyumsayabilmek için illa incelik mi taslamak gerek?

Kurtulman mümkün değil, bahtsız! Görüyorum ki mümkün değil kurtulmamız.


Yazıyı, anlamak için defalarca okuyup kafa yorduğum şu iki sayfayla kapatmak istiyorum:

 

22 Nisan 2016 Cuma

Krallar Yüksekten Bakar!


      Her sene evdeki resim kutusunu mutlaka birkaç kere dökerim. Bu sene de aynısını yapıyordum ve bu yazının konusunu oluşturacak bir resim geçti elime. Günlerce bu resmin nerede çekilmiş olduğunu bulmaya çalıştım. Anneme sordum ve o da Marmaris'e gittiğimiz yaz çekilmiş olduğunu ancak tam olarak ismini hatırlamadığını söyledi. E tabi, yılmadım buldum: Dalyan Kral Mezarlığı. Bu resimleri çeken ben değilim tabii, babam. O zamanlar on
yaşında felan olmalıyım. 



                   


      İsmi bulduktan sonra da internetten biraz araştırdım. Öncelikle mezarların bu kadar yükseğe yapılmasının nedeni, eski bir inanışa dayanıyormuş. insanın mezarı ne kadar yüksekte olursa Tanrı'ya da o kadar yakın olurmuş. Ancak bu mezarların çoğu, o zamanlarda yaşamış önemli insanların ve tabii adından anlaşılacağı üzere krallara ait. 


     O zamanlarda bu kadar yüksek bir alana nasıl böyle bir mezarlık kurduklarını çok merak ediyorum. Araştırmam sonuç vermedi, çünkü kimse binlerce yıl önce hangi teknikle ve nasıl yapıldığını hala çözememiş...
     Son olarak bu anıtlar, Muğla Dalyan'a yakın Köyceğiz sınırları içinde bulunmaktaymış ve eski adı Kaunos ya da Kbid imiş. 





20 Nisan 2016 Çarşamba

Kitaplarımı Nasıl Koruyorum?


     Kitapların köşelerinin kıvrılmasından hiç mi hiç hoşlanmam ve malesef çantama koyarken dikkat etsem bile çantanın içindekiler kitaba zarar veriyor. Bu nedenle de kitabımı koruyanması ve okuduktan sonra bile sanki yeni alınmış gibi durması için birkaç blogda gördükten sonra keçeden kitap kılıfı yapmaya karar verdim. El becerim çok iyi değildir ama bu tarz şeyler her zaman ilgimi çekmiştir. Yani anlayacağınız üzere bu kitap kılıfı ekstra bir efor gerektirmiyor.
     Gereken malzemeler; istenilen renkte keçe, makas, iğne ve iplik. 
Yapımı dediğim gibi çok basit. Öncelikle ben yapmadan önce ortalama kalınlıkta bir kitabı yani 200-300 sayfa bir kitabı aldım ve keçenin tam ortasına yerleştirdim. Aynı kitap kaplar gibi sayfaları yukarıda tutup kitabın ön ve arka kapağını hafif geçecek şekilde kalemle çizdim. Daha sonra da bu kapakların geçmesi için iki keçe parçası daha kestim. İğneyle sıkı bir şekilde diktim ve ta ta! İşte hazır. Ancak şunu söylemem gerek. Bu kılıf okuduğunuz her kitaba uymayabilir, özellikle kitap kalınsa. Bir tane de kalın kitaplar için yaparak bu dertten de kurtulabilirsiniz. Çünkü gerçekten yapımı çok kolay, maliyetini de oldukça düşük. İstenirse üzerine hazır kesim keçe şekillerde eklenebilir. Hepsi sizin hayal gücünüze ve istediğine kalmış. Daha yaratıcı tasarımlar için internetten yapılmış modellere bakmanızı tavsiye ederim.





18 Nisan 2016 Pazartesi

Pembe ve Yusuf | Canan Tan



       Aslında bu kitabı yaklaşık bir ay önce okudum ve yazısını yazmak için malesef şimdi vakit bulabiliyorum. Neyse geç olsun, güç olmasın! 
     Canan Tan'ı severim ve şimdiye kadar çıkan çoğu kitabını da okudum : Eroinle Dans, Hasret, Piraye...  Romanları insana kitap okumayı sevdiren cinsten. Dili çok sade ve Türkiye'den bildiğimiz hikayeleri anlatması, ama yine de okurken insanı merak ettirmesi bence onun kitaplarının orijinalliğini gösteriyor. 
     Pembe ve Yusuf, Canan Tan'ın en sevdiğim kitabı olmadı belki, ancak yine de okurken keyif aldım ve sıkılmadım. Diğerler romanlarında da varolan ezilmiş kadın figürü bunda da vardı ve yüreğimi burktu okurken. Ve yeniden anladım ki, "Türkiye'de kadın olmak çok zor!". 


Kitaptan Notlar ;

Köklerinden koparılmış bir ağaç farklı bir coğrafyada, farklı iklimlerde yeniden kök verip aynı canlılıkta hayatiyetini sürdürebilir mi?

İnsanıyla güzeldir şehirler, koynunda yaşayanlarıyla.

Çok istediğin bir şey olmazsa boşlukta asılı kalırsın!

16 Nisan 2016 Cumartesi

Yârenlik



"Dinlemekten çok keyif aldığım piyona ezgileriyle yazıyı okumanız tavsiye edilir!"

     Bugün, tabii bu yazı bir gün önce yazıldı, canım arkadaşım Sümeyye'nin teklifi ile bi' parkta oturduk ve yanımıza gelen tontiş ninenin dediği gibi yârenlik yaptık. Temiz hava almak, çay eşliğinde sohbet etmek çok ama çok iyi geldi bana. Ona küçüklük fotoğraflarımı gösterdim. Her yıl mutlaka evdeki resimleri karıştırıp tekrar gözden geçirdiğimden ben de ona göstermek istedim.    


     Birlikte geçirdiğimiz bu üç saat içinde nelerden konuşmadık ki... İnsan, gerçekten içini dökdükçe ve karşındakine kendisine anlatabildikçe mutlu oluyor ve şanslı olduğunu anlıyor. Ben de anladım. Hayat yaşamaya değer. Ve ben de ondan vazgeçemem.
     Büyük korkumuz şu aşağıda resmi bulunan köpekti. Malesef ikimiz de birazcık tırstık. Biz oraya oturup gittiğimiz ana kadar sürekli yanımızdaydı. Adını Max koydu arkadaşım. Kalkıp toplandıktan sonra da sürekli arkamızdan geldi sanki gitmeyin der gibi. Ama kaçmayı başardık ve bir süre parkta saklandık. 




     Bugünün ganimeti de Yüzyıllık Yalnızlık oldu. Ne zamandır okumak istiyordum zaten. Sağolsun, benim için getirmiş. Seni çok seviyorum canım arkadaşım, iyi ki varsın! Umarım bugünkü gibi en ufak şeylerden bile mutlu oluruz, hiç vazgeçmeyiz kendimizden, birbirimizden, yaşamaktan...



15 Nisan 2016 Cuma

I Origins




       Bugün izlemek için film ararken konusu nedeniyle seçtiğim bir film "I Origins". Bir bilim adamının gözler üzerinde yaptığı bir araştırma sonucu bulduğu şaşırtıcı bir gerçek anlatılıyor. Açıkçası beklediğimden farklı bir filmdi. Ben daha çok bilimsel tarzda bir film beklemiştim, ama içinde hem dram, hem aşk, hem de bence biraz bilim kurgu esintisi var. 
      Başlarda izlediğimde farklı, ortalarında ve sonunda da yine bambaşka yöne ulaştı. Kaderin cilvesini de filmde görmek mümkün. Tanrı var mı yok mu tartışması da aktarılmış. 
     Oyunculuk olarak Sofi'yi çok beğendim,özellikle hayata bakış açısını, fikirlerini. Gözleri de  gerçekten harika! Ve bi' yerden tanıdık geliyor dedim. Evet, Karayip Korsanları'nın son filminde deniz kızını canlandırmış. 
     Yönetmen Mike Cahill'in dördüncü filmi ve ben şu gözlerle ilgili olan teorinin anlatılmasını pek inandırıcı ve gerçekçi bulamasam da beğendim. Sıkılmadım çünkü aktı gitti resmen izlerken. 





                                       Beğendiğim Replikler ;















2 Nisan 2016 Cumartesi

Shutterer



     Shutterer, kekeme olan bir gencin hayata bakışını gösteriyor bize. Sadece internetten mesajlaştığı kız arkadaşı, yaşadığı şehre gelince ne yapacağını bilemiyor ve ikilemde kalıyor. İçinde hem romantik hem de dram öğeleri barındıran bu on iki dakikalık kısa film Oscar ödülü kazanmış. İzlemekte yarar var, çünkü kekeme insanların ne gibi sorunlar yaşadığını gösteriyor. Özellikle Greenwood'un kendini zor durumda bırakmamak için işaret dilini öğrenmesi bile çok şey gösteriyor.

1 Nisan 2016 Cuma

The Darjeeling Limited




     Şimdiye kadar Wes Anderson'ın dört filmini izlemiştim. Bu da beşinci oldu. Genel olarak filmlerinde çoğu aile içi iletişim kopukluğu nedeniyle anlaşamayan ya da sorun yaşayan karakterler anlatıldı. The Darjeeling Limited ise bunlardan biri. Kullandığı renkler, hatta müziklerin sadece Wes Anderson'a ait olduğunu ve onu özel ve farklı bir yönetmen yaptığını düşünüyorum. 
     Bu filmde özellikle şelale sahnesini ve son bavul sahnesini beğendim. Bavul sahnesi bana sanki bütün pişmanlıklarından, hayal kırıklarından vazgeçiyorlarmış gibi bir his bıraktı. Kavga sahnesi de komikti. 
     Wes Anderson'ın aynı oyuncuları oynatması da benim hoşuma gidiyor. Çünkü onlara tamamen farklı roller veriyor ve onlarda o karakterle bürünüp bir önceki karakteri unutturuyorlar. Mesela bu filmde de Jack olarak izlediğim Jason Schwartzman aynı zamanda Rushmore'un başrolü imiş. Bunu film bittikten ve oyunculara göz atarken fark ettim. Kostümler, makyajlar da tabii ki onları farklı bir kişiliğe büründürüyor. Bunun da etkisini inkar edemem. Diğer iki kardeşi canlandıran Owen Wilson ve Adrien Brody de diğer filmlerde rol alan oyunculardı. 
     Ağabeylerinin sürekli ortancaya onlar babamın eşyaları, bizimde hakkımız var demesi ve yiyecekleri yemeğe kadar karışması da annelerinin yerine geçmeye çalışmasının bir göstergesiydi sanırım. Annelerinin onları yalnız bıraktığından bahsettiler bir sahnede. Onları korumaya çalışır gibiydi. Aynı zamanda ortanca kardeşini de biraz kıskanıyordu. Filmin Hindistan'da geçmesi de güzel bir atmosfer yaratmış.
     Kısacası eğer Wes Anderson seviliyorsa izlenilebilecek güzel bir film. En iyi değil bence ama şans verilebilir.





Fimden beğendiğim replikler;