31 Mart 2016 Perşembe

Bilgi Kutusu



  • "İdiot" kelimesi Eski Yunanca'dan gelmektedir ve "politika ile uğraşmayan kişi" anlamına gelmektedir.
  • Çevgen, ata binilerek değneklerle oynanan bir çeşit top sürme oyunudur. 
  • Gestapo, Nazi Almanyası'ndaki gizli polis örgütüdür.
  • Sebat, sözünden dönmeme, bir işi sonuna kadar sürdürme demektir.
  • CV'nin açılımı "Cirriculum Vitae"dır ve Latince'de "hayatın yönü" anlamına gelir.

30 Mart 2016 Çarşamba

Sel | Emile Zola




     Emile Zola'dan ilk okuduğum eser bu kısacık ama capcanlı öyküsü oldu. Fransız yazar Emile Zola, aynı zamanda natüralizm akımının da öncüsü. Hikayenin gerçekçi olmasını sağlayan da onun bu edebi akımın öncüsü olması zaten. Çünkü, natüralizm demek gerçeği olduğu gibi anlatmak ve hayatı bilimsle bir gerçeklikle ele almak. Yani realizimin bir ileri düzeye ulaşmış hali diyebiliriz. 
     Kahraman hikaye anlatıcı olan kitapları çok seviyorum. Bir şekilde o kahraman benmişim gibi hissettiriyorlar ben okurken. Bu yüzden "Sel"i de beğendim. Aynı zamanda hikayede kullanılan betimlemeleri, kişilerin uzun uzadıya açıklanması da beğendim.
     Bu öyküyü son anda karar değişikliği yaparak Sırça Fanus ile beraber almıştım. İyi ki de almışım. Çünkü kısa bile olsa farklı yazarların ne şekilde yazdığı görmüş oldum, böylece eğer yazarın dilini beğenirsem diğer kitaplarını da okuyabilirim. Ne de olsa okumaktan kim bir şey kaybeder ki?
     Tabii ki Zola'nın en ünlü eseri bu değil. En ünlüleri Germinal ve Meyhane imiş. Onları da okumak istiyorum en yakın zamanda. Son olarak diğer natüralizm temsilcisi yazarlarla yazıyı bitiyorum : Guy de Maupassant, Gouncort Kardeşler ve Alphonse Daudet.




25 Mart 2016 Cuma

Me, Earl and the Dying Girl


     Şimdiye kadar izlediğim en değişik ve farklı filmlerden biri. Ne yönden değişik? Şöyle açıklayayım. Hem komedi,daha doğrusu ironi ve komedi var. İnsanı kahkahaya boğan bir film de değil, hüngür hüngür ağlatan da. Farklı yapan da bu sanırım. 
     Greg isimli bir lise öğrencisinin insanlarla iletişim kurma gibi bir sorunu var. Daha doğrusu yakın olamama gibi bir sorunu var. Earl ismindeki arkadaşı da iş arkadaşı. Beraber ünlü filmlerin parodilerini yapıyorlar. İşleri bu. Bu yüzden beraberler. Ve yanılmıyorsam 42 tane film çekmişler.   
     Film, Greg'in okuldan 'arkadaşı' Rachel'in lösemi 
teşhisi konulması ve annesinin onunla zaman 
geçirmek için zorlamasıyla değişiyor. Çünkü, dediğim gibi insanlarla yakın olmak onun için yanlış. Çevresindeki insanlarla konuşuyor, anlaşıyor aslında ama hiçbir zaman onlarla kişisel meselelere inmiyor. Merhaba, merhaba yani.





     Başroldeki kız çok tatlı. Onu çok sevdim özellikle. Ve Earl'ün baygın bakışları... Hep beraber merdivenlerde oturup dondurma yedikleri sahnede çok hoşuma gitti. 



     Kısacası basitçe anlatılmış, hoş mesajlar veren bir film. Ödül de almış, boş zamanda izlenecek güzel bir film "Me, Earl and the Dying Girl". 


Bunlar da filmden beğendiğim iki replik;




.
.
.
.
.

Son olarak dikkat!


24 Mart 2016 Perşembe

25'ten Önce Yirmi Beş


     Hayalleri peşinde koşan bir blogun ilhamı sayesinde ben de kendi "25'ten Önce Yirmi Beş" listemi oluşturdum. Her ne kadar listedekiler geleceğe yönelik olsa da 25'ime girene kadar bunların gerçek olmaları için elimden geleni yapacağım. 

1-) Üniversiteden mezun olmak.
Önümde kocaman bir dört yıl var. 

2-) Ehliyet almak.
Araba kullanmayı çok istiyorum ve artık reşit olduğuma göre gerçekleştirilmeyi bekliyor.

3-) Kan bağışlamak.   07.05.2016 Cumartesi 16.25
     İğneden korkuyorum. Bi' de bağış için kullanılan iğnenin söylentileri beni birazcık korkutsa da bağışlayacağım bir ünite kanın üç kişiyi hayata bağlayacak olması beni çok mutlu ediyor. En yakın zamanda yapacağım!
      Eminönü'nde Kızılay Çadırının kurulduğunu görünce bunu fırsat bildim ve sonunda kan verdim. Yanımda bir kız bayılınca ilk başta biraz tırssam ve sonunda biraz midem bulansa da korkulacak bir şey olmadığını gördüm. Anlaşılan o ki sorduğum kişiler beni boş yere korkutmuş. Çünkü canım yanmadı. Böylece 25'ten önce Yirmi Beşin ilk maddesini tamamladım. Bundan sonra da dört-beş ayda bir kan vermeye karar verdim. Yedi dakikalık bir işlemin üç kişinin hayatını kurtarabilecek olması da beni çok mutlu ediyor! Bir sonraki madde ne olacak, çok merak ediyorum :)

4-) Hayvan fobisini yenmek.
Bu listede gerçekleşmesi en zor ve imkansız görünen şey bu sanırım. Çocukken üstüme yavru köpeğin atlaması sonucunda bu fobiye sahip oldum. Elimde değil. İstemeden korkuyorum. Ama bu hayvanları sevmiyorum anlamına gelmiyor. Kendime zaman tanıyorum ve 25'ime kadar bu fobiyi yeneceğime inanıyorum.

5-) Yurt dışına çıkmak.
Artık neresi olduğunun pek bir önemi kalmadı. Yeter ki çıkayım durumundayım. Bakalım ne olacak? Merakla bekliyorum.

6-) Son 50 yılın Oscar ödüllü en iyi filmlerini izlemek.
Film izlemeyi çok seviyorum. Seçerken de çok zorlanıyorum. Seçiciyim yani. Bu yüzden ödül alan filmleri izleme fikri benim için biçilmiş kaftan!

7-) Maraton koşmak.
Bitiş çizgisini görünce neler hissedeceğimi çok merak ediyorum.

8-) Gün batımını ve doğuşunu izlemek.
Bunu gerçekleştirmeyi çok istiyorum! Ama bir grup insanla birlikte, tepeden bakarak...

9-) Çalışıp kendime özel bir hediye almak.
Daha önce birkaç kez çalıştım ve insanın kendi kazandığı para o kadar değerli geliyor ki harcamaya kıyılmıyor. Ben de çalışıp para biriktirmek ve benim için anlamı olan bir hediye almak istiyorum kendime. Bir fotoğraf makinası ya da bilgisayar, kim bilir?

10-) Gece denize girmek.
Hem geceleyin deniz daha sıcak oluyor hem de karanlık her ne kadar beni ürkütse de geceleyin yüzmek istiyorum.

11-) Bir müzik festivaline katılmak.
Müzik, dans ve arkadaşlar. Ve bol eğlence...

12-) Bir cadılar bayramına katılmak ve kendi kostümümü hazırlamak.
Bana her zaman çok eğlenceli bir etkinlik gelmiştir cadılar bayramı. Türkiye'de gerçekleştirmem olanak dışı duruyor. Yurt dışına çıkarsam yapacağım şeylerden biri de budur.

13-) Cam şişeye mektup yazıp denize bırakmak.
E-posta'mı da yazmayı düşünüyorum olur da belki biri mektubumu okur da bana ulaşmak isterse diye.

14-) Koleksiyon sahibi olmak.
Şu an için kartpostal koleksiyonu oluşturmaya çalışıyorum ve elde var sıfır. Halen gelmediler.

15-) 25'ime mektup yazmak.
25 yaşıma geldiğimde okuyacağım ve beni mutlu edecek, hayattaki amacımı bana hatırlatacak bir mektup yazmayı da eklemesem olmazdı. En yakın zamanda yapılacak! Ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim yok.

16-) Doğada kamp yapmak.
Doğayla iç içe olmak ve gece olduğunda yıldızların altında oturmak dileğiyle...

17-) Müzik listemi oluşturmak.
Dinlemekten keyif aldığım ve vazgeçemediğim bir liste oluşturmayı istiyorum. Belki 25 tane müzik olur belki 50 tane. 25 olana kadar zamanı var bunun. Böylece hayatımda 'benim' diyebileceğim ve beni anlatan şarkılar olur. 

18-) Ayrı bir eve çıkmak.
Kendi ayaklarımın üstünde durmak için gerçekleşmesi gereken bir madde.

19-) En yakın arkadaşlarıma, sevdiklerime bir akşam yemeği hazırlamak.
Yemek yapmak, boş zamanlarımı değerlendirmem için çok güzel bir aktivite oldu benim için. Profesyonel olmasa da bir yemek kursuna katılıp kendimi bu alanda geliştirmek istiyorum. Böylece bu akşam yemeği de bir şölene dönüşebilir.

20-) Bir extreme spor yapmak.
Helikopterden atlamak pek mümkün görünmese de 7 yıl içinde bana uygun olanını bulacağıma inanıyorum.

21-) Dalış yapmak.
Dünya'nın üçte ikisi sularla kaplı. Ve keşfedilmeyi bekleyen bir sürü şey var.

22-) Yurtdışı seyehati yapmak.
Bir çoğumuzun hayali değil mi kendileri?

23-) Yeni yıla farklı bir ülkede girmek.

24-) Uçan balona binmek.
Peri Bacaları'da olabilir mesela. Daha güzel bir yer bulana kadar burasında karar 
kılıyorum.

25-) En sevdiğim film listemi oluşturmak.
Film izlemeyi gerçekten çok seviyorum. Bir izlediğim filmi bir kere daha izleyemiyorum. Çok beğendim filmse eğer tabii ki tekrar tekrar izliyorum. Bu yüzden kendi film listemi oluşturacağım. 



Önümden 8 yıl var ama zaman su gibi akıp geçiyor, ben de bu hayalleri gerçek yapmak istiyorum. Gerçekleştirdiğim zaman tarih atmayı da unutmayacağım ki ileride unutmayayım. 


İnsan, hayal ettiği sürece varolur. 




23 Mart 2016 Çarşamba

Sırça Fanus | Slyvia Plath




     Bu yazının konusu birkaç ay sonra okuduğum ve herkese okumasını şiddetle önerdiğim bir kitap: Sırça Fanus. Slyvia Plath, yaşamı boyunca pek çok sorun yaşamış. Bu sorunların kaynağı da kendisi. Çünkü yaşamdan zevk alamamış. Yaşadığı olaylar da etkilemiş tabii. Birçok kez intihar teşebbüsünde bulunmuş ve en sonunda başarılı olmuş. İntihar etmeden önce iki çocuğu uyutmuş, başuçlarına uyanırlarsa diye süt ve bisküvi koymuş ve bulunduklarını odanın kapısını bantla kapatmış. Mutfağa inmiş ve kafasını fırının içine koyup gazdan zehirlenerek 27 yaşında intihar etmiş. Oğlu da onun izinden gitmiş ve o da intihar etmiş. 
     Kitaba gelirsek, Plath'in yaşamından pek çok iz var. Yazar kendi hikayesini Esther Greenwood adında bir kızın üzerinden anlatıyor, Bu yüzden doğal ve içten bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bu kitap sayesinde mutsuz ve umutsuz olmanın, tam tersi kadar doğal bir durum olduğunu anladım. 
    Slvia Plath aynı zamanda bir şair. Onu ilk olarak şiirlerinden tanıdım okulda gördüğüm bir ders sayesinde. "Ariel" şiirin adı. İki kitabının yanında birçok şiiri kalmış geriye. Kısacası Sırça Fanus'u okumanızı tavsiye ederim.


Kitaptan Notlar;

Erkek geleceğe bir ok, kadınsa okun fırlatıldığı yaydır.
Durumun ne kadar umutsuzsa, seni o kadar uzağa saklamaya çalışırlar.
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Belki de unutkanlık, kar gibi her şeyi örtüp susturmalıydı.


Sevgiler, 
Damla.



22 Mart 2016 Salı

Yeter(!)


Bu ülke nereye gidiyor böyle? Halimiz hiç iç açıcı değil malesef. Her gün şehit haberini almak beni kahr ediyor. Yine bir yerde patlama olacak ve masum canları alacak diye çok korkuyorum. Öfkeliyim. O insanların suçları neydi? Günahları neydi? Psikolojimi de bozdu yaşadıklarımız. Ya ben olsaydım ya da bir yakınım? Düşünmek bile insanı mahvediyor. Geçen okula giderken bindiğim ve genellikle çok kalabalık olan otobüs bile boştu. Her binen yolcuya bir dönüp baktım bomba taşıyor olabilir düşüncesiyle. Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Tam bir çıkmazdayız. Terör saldırılarında parmağı olan ve masum canları katleden kalleşlerin Allah bin türlü belasını versin! 

12 Mart 2016 Cumartesi

Bilgi Köşesi



  • Nasa'nın sloganı "Per aspera, ad astra"dır. "Zorluklardan yıldızlara" anlamına gelir. (Blogumun isminin bu olmasını istemiştim ama geç kalmışım.)
  • Yumurtayı kaynatırken suya soğan kabuğu atarsanız yumurtanın kabuğu pembe olur. (Bir türlü deneyemedim ama denendikten sonra eklenecek! Umarım yumurta soğan gibi kokmaz ve tadı değişmez.)
  • Şömiz, "kitap kılıfı" demekmiş.
  • Pilgrimler, 1620 yılında Mayflower gemisiyle Amerika'ya göç eden İngilizlermiş.
  • Ömer Hayyam'ın mahlas olarak kullandığı ve Arapça olan Hayyam kelimesi "çadırcı" anlamına geliyormuş.

11 Mart 2016 Cuma

Vincent


    Birkaç ay önce Tim Burton'ın stop-motion tekniğiyle çekilmiş ilk kısa korku filmini izlemiştim ve çok beğenmiştim. Tim Burton filmlerinden şimdiye kadar birçoğunu izledim: Big Fish, Edward Scissorhands, Corpse Bride... 
    Bu kısa korku filminde ise Vincent Malloy isimli yedi yaşındaki bir çocuğun şiirsel bir diile anlatılmış hikayesi var. Vincent, kendisini Vincent Price zannediyor. Vincent Price ise kısa filmin seslendiricisi. Bunu öğrendiğimde çok hoşuma gitmişti. Zaten Burton, kendisinin bir hayranıymış ve ben Price'ı daha önce onun filminde de görmüşüm. Edward Scissorhands'te Edward'ı elsiz bırakan yaşlı yaratıcı o imiş. 
    Vincent'in Edgar Allen Poe hayranı olması ve sonunda Poe'nun 'The Raven' şiirinden bir bir kısım okunması da çok hoş bence.
    Price'ın ses tonu, tonlaması etkileyici bence, Kendisi genellikle korku ve gerilim filmlerinde ve dizilerinde oynamış. Yani korku sinemasının vazgeçilmez bir oyuncusuymuş. 
     
Dipnot: Tim Burton'ın çizimlerinin yeterince iyi olmamasından dolayı Disney'den kovulduğunu biliyor musunuz ?




Every horror in his life that had crept through his dreams
Swept his mad laughter to terrified screams!
To escape the madness, he reached for the door
But fell limp and lifeless down on the floor
His voice was soft and very slow
As he quoted The Raven from Edgar Allen Poe:
 “and my soul from out that shadow
that lies floating on the floor
shall be lifted?
Nevermore…”




10 Mart 2016 Perşembe

Fanfan | Alexandre Jardin




      Fanfan, beklediğimden farklı bir kitaptı özellikle konusu bakımından. Kitapta Robinson Crusoe'nun soyundan gelen Alexandre'ın kendi anne ve babasından öğrendikleriyle ilişkiye bakışı ve bu doğrultuda yaptığı davranışları ve düşüncelerini konu alıyor. Anne ve babasından öğrendiğiyle onlara zıt bir ilişki yaşamak istiyor: ömrünün sonuna kadar tekeşli bir yaşam. Bu durum Fanfan'la tanışınca değişiyor tabii. Kitapta onun ağzından yazılmış, ki bu şekilde yazılmış kitaplar genellikle daha çok hoşuma gidiyor zaten. Kitabın 
açıklamasında yazdığı gibi Fanfan, aşkın tatlı başlangıcını sonsuza kadar uzatmak isteyen 
bir genç adamın romanı. Okurken sıkılmadığım bir kitap oldu ama sonunu pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim.

Kitaptan Notlar;
Eğer karısının sesini duymak istiyorsa "hayır" diyordu ona, çünkü genellikle "evet" derdi usulca.
Kurtarıcı bir mektubu beklerken bize hava günlük güneşlik görünür, oysa zarfı açtığınız an, yaşamın sözünü tutmada cimrilik ettiği nice vaatlerle yüklüdür.
Sevgilerine kendilerinden yalnızca bir parça katanlar delilerdir.




9 Mart 2016 Çarşamba

Adayları Değerlendiriyorum! vol. 3


(Her ne kadar ben bu yazıyı Oscar'a saatler kala yazmış olsam ve yayınlamayı unutsam da yine de uğraşlarımın boşa gitmemesi için geç de olsa yayınlıyorum.) 

Oscar törenine saatler kaldı ve ben de izlediğim son dört filmi de buraya eklemeye karar verdim. Malesef hepsini izleyemedim. Bu filmlerle beraber tam on iki film ediyor ve bence bir ayda izleyebileceğim kadar izledim. Bu yazıda olan filmler ; Ex Machina, The Revenant, Joy ve Trumbo.


9. Ex Machina

Ex Machina’nın başrolünde The Danish Girl’den tanıdığım bir isim var: Alicia Vikander. The Danish Girl’ü çok beğenmiştim, ki oyunculuğu bence harikaydı. Ex Machina için aynı şey geçerli değil ne yazık ki. Tanıdığı biri daha var. Az kalsın unutuyordum. The Revenant’dan komutan Domhnall Gleeson. Daha önce Black Mirror dizisinde de bir bölümde izlemiştim onu. Ve beğeniyorum kendilerini. Konu gereği film ilgi çekici. Bu arada film galiba sadece efekt dalında Oscar’a aday ve evet efekt yönünden oldukça gerçekçi. Bu yüzden alabilceğini düşünüyorum. Alicia’nın rolüne gelirsek bu rolün hakkını veremediğini düşünüyorum, hatta rolün ona yakışmadığını. Film son olarakta şaşırtıcı ama bitince insan düşünüyor “Ee n’olacak şimdi?”



10. The Revenant

Ve karşınızda yılın filmi. Almadığı ödül kalmadı galiba. Ben de sinemada izleme şansına sahip oldum. Her hafta ha gidiyorum ha gideceğim derken bi’ baktım izliyorum. Çok fazla birşey söylememe gerek yok. Aldığı ödüller söylüyor zaten. Filmin bir sahnesi hariç tümü doğal ışıkta çekilmiş. Görüntüleri bu kadar harika yapan da bu. Yönetmenin geçen yıl Oscar’ı aldıktan sonra bu yıl tekrar aday olması bu filmi izledikten sonra acaba dedirtiyor? Leonardo için acabaya gerek yok. Alıcak artık,  
başka yolu yok! Adam daha ne yapsın. Vejeteryan olmasına rağmen bir sahnede et yemesi de beni çok şaşırttı doğrusu. 


11. Joy

Jennifer Lawrence’un sadece yirmi beş yaşında olup, daha önce Oscar alıp, tekrar aday olması evet kesinlikle onun iyi oyunculuğunu gösteriyor. Bu Oscar’ı alacağını düşünmüyorum ama. Filme gelirsek bir Pazar günü hoş vakit geçirmek için ailecek izlenebilecek bir olmuş. İzlerken kadının gücünü göreceksiniz ve hiçbir şey için geç kalınmadığını.



12. Trumbo

Başrolün Breaking Bad’deki kimyagerin olduğunu öğrendiğim zaman çok şaşırdım. Çünkü tanıyamamıştım doğrusu. Aynı zamanda HIMYM’da Ted’in patronunu da oynamıştı. Akıcı bir film, güzel oyunculuklar. Afişe göre değerlendirince insan farklı bir film bekliyor. Bu da benim çok yaptığım bir durum. Film komünizme destek veren Amerikalı bir senaryo yazarının yaşadığı düşüşü anlatıyor ve filmin sonundaki o resimler çok hoştu. İnsana farklı bir bakış açısı kazandırdırdığını düşünüyorum en azından benim için böyle oldu. 




Benim Oscar maceram da burada bitmiş oldu. Carol’u izlemeyi çok istedim ama bir türlü vakit bulamadım. Seneye daha planlı izleyemeye çalışacağım. Bir sonraki Oscar’a görüşmek üzere!















4 Mart 2016 Cuma

Şiir Yazan Ben


     Annem eskiden yazı yazmayı çok sevdiğimi anlattı. Hatta şiir yazdığımı... Bu unuttuğum kendimle ilgili unuttuğum birşey ve bana çok tuhaf geldi. Şöyle ki sadece on sekiz yaşındayım ve on yıl önce şiir yazdığımı unutmuşum. Keşke bırakmasaydım. İki kelimeyi bir araya getirmekte o kadar zorlanıyorum ki. Nasıl desem annem sen eskiden kompozisyonlar yazardın, şiirler yazardın hatırlamadın mı deyince sanki başka birinden bahsediyormuş gibi geldi. Anneme de kızarım ben nasıl bizim çocukluğumuz da yaptıklarımızı hatırlamıyorsun diye. Ama zaman nankörmüş. Ben kendimi unutmuşum. Ben kimin ki bu konuda kızayım? İlk işim yazdığım bir şiiri bulmak. İhşallah atmamışızdır. Bulamazsam sağlık olsun. Ne yapalım en azından yazdığımı öğrenmiş oldum böylece.

2 Mart 2016 Çarşamba

Kanuni ve Kalbi


Geçenlerde bir haberde gördüğüm ilginç bir haber paylaşmak istiyorum. Bu haber Osmanlı Hükümdarı Sultan Süleyman ile ilgili. Ve onun kalbiyle. Sultan Süleyman, Zigetvar Seferi sırasında vefat ettiğinde o zamanlar ulaşım zor olduğundan vücut çürümesin diye Kanuni’nin organları mumyalanarak Macaristan’a gömülüyor. Naaşı ise İstanbul'a getiriliyor. Bildiğimiz üzere Süleymaniye Camii'de. Türk ve Macar tarihçilerin halen araştırma aşamasında olduğunu yazıyordu. Ve Aralık 2015'te Zigetvar Üzüm Tepesi'nde bulunmuş.