Yeni şeyler öğrenmek her zaman hoşuma gitmiştir. Ben de dedim ki öyleyse neden paylaşmıyorum? Bu yazı dizesinde,ki umarım devamı olur, dikkatimi çeken bilgiler paylaşacağım.
Bir rivayete göre Galata Kulesi'nin terasına kiminle çıkarsanız onunla evlenirmişsiniz.
Mısır Firavunu 2. Ramses'in eşi Nefertari'nin isminin anlamı 'güzel eş' demekmiş.
Beynelmilel kelimesinin anlamı da 'uluslararası' demekmiş.
Hiçbir şey gerçek değildir, her şeye izin vardır. Büyük olan her şey insani olan herşeyin karşısında olmalıdır. Önemli bir görevi yerine getiren insan, ancak ölüm vasıtasıyla gerçek yaşama başlar.
Tahmini adayları yazmayı keşke iki gün ertelese idim. Zaten açıklanacakmış.(!) The Revanent silmiş süpürmüş zaten. Bu yazıyı yazana kadar da altısını izledim. Boş durmadım yani. Bu hafta da izlemeye devam edeceğim ve izlediklerimle ilgili yazı hazırlayacağım. İşte adaylar ;
Filmlerden konu açılmışken ve ben Oscar serüvenime başlamadan önce aslında bundan yaklaşık iki sene önce izlemem gereken bir filmi seyrettim. İngilizce öğretmenim sınıfta izletmişti 'If I were a richman' şarkısını. Filmini de izleyin diye önermişti. Ben de ha bugün ha yarın derken bir baktım iki yıl geçmiş. Aslında ertelememin nedeni ben değilim. Üniversite sınavına çalışırken kendimi kaybettim ve üniversite sınavı benim üzerimde çalıştı desek daha doğru olur. Madem şimdi rahattayım ve boş zamanım var dedim ve oturup Fiddler on the Roof (Damdaki Kemancı) ' u izledim. Fiddler on the Roof 1971 yapımı Norman Jewison filmi. Bir sürü adaylığı olan film tam 3 Oscar kazanmış. Filmin konusuna gelirsek ; Anetavka köyünde yaşayan Yahudilerin hikayesi anlatılıyor. Aynı zamanda bu köyde Yahudilerle beraber Ortodoks Hristiyanlarda yaşıyor ve bu iki grubun çekişmesi de anlatılıyor. Bu filmi izlerken Yahudilik hakkında bir sürü şey öğrendim. Filmin başında da ana karakter Tevye de bunu söylüyor zaten. Film bir nevi müzikal. Zaten birçok kez müzikal olarak oynanmış. Filmi izlerken toplumun bazı davranışlarını bizimkilere benzettim. Uzun lafın kısası filmi beğendim ve bir sürü şey öğrendiğimi düşünüyorum. İzleyin,izlettirin. İyi seyirler!
Yazıyı tekrar düzenlemeye karar vermiştim ama geç kalmışım! Neyse ben devam edeyim. Filmin Yahudi toplumu ile ilgili bilgi verdiğini söylemiştim. Şimdi de dikkatimi çeken birkaç şeyi burada paylaşmak istedim. Çünkü birçok insan gibi yazarak öğrenirim ben.
İlki günlük hayatta çokça kullandıkları 'Mazel Tov' ifadesi. "good luck has occurred" ya da "your fortune has been good" anlamlarına geliyormuş. Yani Türkçe'ye 'iyi talih gerçekleşti' ya da senin talihin iyi' olarak çevirebiliriz. Filmde ise galiba 'iyi şanslar' olarak geçilmişti. Bir çeviri öğrencisi olarak bu bilgiyi vermesem olmazdı. İşte sizlere kültür ve çeviri ilişkisi!
İkinci vereceğim bilgi Yahudilerin yemek kültürüyle alakalı. O da yemekte et ve süt ürünlerini aynı anda tüketmemeleri. Yani bizim etli pilav yerken ayran içmemiz onlara göre doğru değil. Yiyebilmeleri için belirli bir sürü geçmesi de gerekiyormuş. Eskiden insan toplulukları daha az sayıda kişiden oluştuğundan bu toplulukların hayvan sürüleri de küçüktü. Yedikleri kuzunun ya da dananın yanında tüketilen süt, o hayvanın annesinin sütüdür diye düşündüklerinden ikisini birarada yemiyorlarmış. İsrail'de de bu yüzden cheeseburger ve milkshake satılmıyormuş.
Üçüncüsü yanlarında taşıdıkları dua şalı. Filmin başında da gösteriliyor. Dinlerine sıkı sıkıya bağlılar zaten.
Dördüncüsü ise kadınlarında erkeklerin de başını kapaması. Erkeklerin taktığına da kipa deniyormuş.
Beşincisi Yahudilerin cumartesiye denk gelen ve dinlenme günü olan Şabat. Şabat,
İbranice "lişbot" (iş bırakma) kelimesinden gelir.. Yahudilikte evrenin başlangıcında (Bereşit) Tanrı'nın dünyayı 6 günde yarattığına ve 7. gün dinlendiğine inanıldığından Tanrı'nın bu günü Yahudilere armağan ettiği kabul edilir.
Altıncı ve sonuncusu Yahudilerinmakûs talihi hakkında. Garibanlar ordan oraya sürüklenmiş.
Saat olmuş üç ve ben yine uyuyamıyorum. Düşüncüler daldım az biraz. Sonra da dedim ki neden yazmıyorum ve rahatlamıyorum. Çünkü benim de herkes gibi kimseye anlatmadığım birkaç şey var. Çok konuşurum ama herşeyi konuşmam. Özele saklamak önemli bence. Bir insanın kendi gizlisi saklısı olmalı. Amma velakin buraya yazabilirim. Burayı açma nedenim de burayı gelecekteki bana iletmek. Pişmanlıklardan, iyi ya da kötü tecrübelerden ders çıkarmak. Bir çeşit günlük ama eskiden yazdığım gibi değil. Çünkü onlara sadece sabah uyandığımı, okula gittiğimi, eve gelip ders çalıştığımı, televizyon seyredip uyuduğumu yazmışım. Keşke fazlası da olsaydı. Neyse ben de onlara yazdığım gibi başlayayım.
Sevgili Günlük
Şunu bilmelisin ki insanın moralini bozan şey kendisi. Bu yüzden boş yere kendini üzme. Kalk bi' yerinden. Silkelen. Tozu dumana kat. Mutlu olmayı gerçekten istiyorsan gülümse.
Bu da gelecekteki bana tavsiyem olsun. Ne zaman düşersen, kirlenirse üstün başın oku bunları. Ve unutma sen busun ve hiçkimse bunu değiştiremez.
Bir insan bir bebeğe, yavru bir kediye ya da kendi öz kızına sebepsizce nasıl kötü davranabilir? Anlayamıyorum gerçekten. Anlamakta istemiyorum böyle birşeyi. Saf kötülüğün etkisi malesef saf iyilikten daha çarpıcı,daha etkili. Birkaç gündür okuduğum yazılar ve izlediğim video kendimi sorgulattı, tüm insanları. İlk olarak internette dolaşırken karşılaştığım video oldu. Bir yaşında dövülerek öldürülen bir bebeğin videosu. Çok zalimce. Haksızlık. Bir bebeğe nasıl vurulur? Ağlaması nasıl duymamazlıktan gelinir? Yaşam hakkı elinden nasıl alınır? Hangi sebeble olursa olsun olamaz. Daha sonra da öz babası tarafından, altını çiziyorum, bizzat kendi öz babası tarafından YİRMİ DÖRT YIL boyunca evlerinin bodrum katında hapis hayatı yaşayan ve bu canavardan YEDİ ÇOCUK dünyaya getiren bir kadının hikayesini okudum. İnanılır gibi değil. Tam yirmi dört yıl. Çok iğrenç. Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum. Empati kurmaya çalışıyorum ama hayır. Düşüncesi bile çok çirkin. Be yine haksızlık. Lanet dünya düzeni. Böyle insanlar yaşamayı haketmiyorlar. Acaba merak ediyorum şu anda tam şu anda bu bebek veya bu kadın gibi çaresiz olan var mı? Yardım bekleyen? Elden hiçbirşey gelmemesi ne kötü. Fakat göze batan, dikkatinizi çeken ve size tuhaf gelen en ufak şeyi arayıp polise haber vermekten çekinmeyin. Çünkü o sizde olabilirsiniz. SESSİZ KALMA!
Güzel şeyler için hayat yaşamak için kısa peki kötü şeyler için? Bizi neşelendiren, mutlu eden şeyleri gördüğümüzde devamı gelsin istemez miyiz? Kötü olmadan iyi de olmazdı, o da var ama adı üstünde i-y-i. Kötü şeyleri elde etmek bu kadar kolay olmamalı bence. İyi birşey yapmak için dişimi tırnağıma takıyorum. Elimden gelen herşeyi yapıyorum ama tek bir kötü herşeyi mahvediyor. ( mesela bu kelimenin yazılışını ne yazık ki unutmuşum ve kontrol etmem gerekti ki eğer etmeyip mahfetmek yazsaydım evet bu yazıyı mahfederdim.) Lisede felsefe dersinden hatırlıyorum. İyiye iyi kötüye kötüye nasıl karar verebiliriz? Bu ikisinin var olması birbirine bağlı değil midir? Malesef öyle. İyiye kötü, kötüye kötü lazım. Benim de hepimizin de bunu kabullenmesi gerek. İşte böyle... Ve malesef bu yıl David Bowie ve Alan Rickman'ı kaybettik.
Geçen sene Oscar filmlerini tek tek izleyip kendi Oscar'ımı verecek ve en azından ödüller açıklanırken bi fikir sahibi olmayı kafaya koymuştum ama kısmet olmadı. Ben de bu yıl bir ilki yapacağım ve film eleştirmeni olacağım. Bazı film sitelerini inceledim ve 2016'nın olası Oscar adaylarını çıkardım. Liste bayağı uzun. Bu yüzden lafı uzatmayalım ve hemen listeye geçelim.
Filmleri kesinlikle iyiden kötüye sıralamadım. İçlerinden sadece birkaç tanesini izleme şansım oldu, malesef :( Neyse işte filmler ;
The Revenant The Martian Mad Max : Fury Road Carol Sicario Spotlight The Big Short Bridge of Spies Brooklyn Room Ex Machina The Hateful Eight The Danish Girl Joy Creed Steve Jobs Son of Saul Me and Earl and the Dying Girl Macbeth Straight Outta Compton Trumbo Star Wars : The Force Awakens Inside Out The Little Prince Youth Mr. Holmes Black Mass Sufragette Cindrella Tangerine Southpaw The Diary of the Teenage Girl The Enf of the Tour Amy 45 Years Evet,farkındayım. Liste bayağı uzun ve ben de hepsini izlemeyi düşünmüyorum. Özellikle ödül almış ve internette sık karşılaştıklarımı izleyeceğim. İçlerinden izlediklerime gelirsek : The Martian, Soutpaw, Inside Out. Ve tabii ki hepsi aynı dalda yarışmayacak. İki adet animasyon var. Oldukça değişik bir deneyim olacak. Kim bilir belki devamı da gelir. Film eleştirmeni olduğumu iddia etmiyorum,ki haddime değil böyle şeyler, ama şundan emin olabilirsin : Çok zor beğenirim. Elimden geleni yapacağım ve ben de ödülümü en beğendiğim filme vereceğim. ... and the Oscar goes to (????????) -karar verildikten sonra eklenecektir-