İçimden gerçekten hiçbir şey yapmak gelmediği için uzun bir süre yazı eklemedim. Belki de nedeni üşengeçliktir bilemiyorum. Kendimi zorladığım zaman yaptığım şey de pek anlamlı gelmiyor. İçimden gelmesi için de beklemem gerekti. Aslında, tam emin olamasam da, Mart ya da Nisan ayında okuduğum bir kitapla geri dönüş yapıyorum...
Kitap okurken beğendiğim bölümleri not almayı seviyorum. Bu kitapta ise not alacak bir sürü yer vardı. Hatta bazı bölümler başlı başlına bir not.
Biraz masal biraz da gerçek. Okurken çok keyif aldığım bir kitap oldu. Büyülü gerçekçilik akımının en önemli yazarı Marquez'den okuduğum ilk kitaptı. Yani daha önce bu tarzda büyülü gerçekçi tarzda bir kitap okumamıştım.
Yüzyıllık Yalnızlık'ı okurken tek bir zorluk yaşadım: İsimler. O kadar çok birbirine benziyor ki iyi ki Soyağacı konmuş ilk başa. Kaderleri benzesin diye aynı isim koymak da ne kadar işe yarıyor bilemedim. Daha okurken karıştırdığım karakterlerden en çok Ursula ve galiba Rebeca'yı sevdim.
Kitaptan Notlar ;
"Şu havaya bak, güneşin vızıltısına kulak ver, her şey tıpkı dünkü ve önceki gün gibi. Bugün de pazartesi." (sayfa 92)
Çiçekler bütün gece süren suskun bir sağanakla köyün üzerine yağdı. Bütün çatıları örttü, bütün kapıların önüne yığıldı ve dışarıda yatan bütün hayvanları soluksuz bırakıp öldürdü. Gökten öyle çok çiçek yağdı ki, sabahleyin sokaklar kalın halılar döşenmiş gibi oldu ve cenaze alayının geçebilmesi için çiçekleri küreyip atmak zorunda kaldılar. (sayfa 161)
Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı. (sayfa 461)